22 Ekim 2020 Perşembe

Kitabın Arkası

 

Bir hikayem yok hepsi kurmaca uyduruyorum anında aklımda. Sadece hayalperest bir gezginim. O da sadece kafamda. Döner dururum odamda dudaklarımda bir sigara taze çay ise avuçlarım da. Zor demlemiştim aslında üşengeçliğim sınırda. Uyku uyuşukluk bazen küçük bir sohbet Nietzsche'yle, bazen yola düşmek Yusuf atılganla, Monet’in gözüyle bakmak dünyaya ya da hepsini silip Edip Canseverle rakı içmek urla da. Yanlış zaman da doğduğunu hisseden ben bir geminin kaptanıyım, dümeni zaman zaman tutar zaman zamansa rüzgara ve dalgalara bırakırım. Gördüğüm limanlara yanaşmam hemen, ilk bir gözlerim dürbünümle kıyı şeridini, bakarım tehlike arz eder mi.  Başıma kötü bir şey geleceğini bilsem bile bazen yanaşırım limana, çünkü kötü şeyler de sevdiğim hayatın için de. Merak ederim yaşlı yalnızların hikayelerini, yorgunluğumu alırlar sesleriyle. Bazen sırf o insanlarla konuşmak için yanaşırım limana. Heveslidirler birini görmeye, onları mutlu görmek sevindirir beni. Hemen ayaklanırlar çay koyarlar, demlenmiş çayları olmazsa hikayeleri eksik kalacakmış gibi hissederler. Hikayenin ritmi ve akışı çaya bağlıdır ve hikayelerini dinlememiz için ikram edilen çay normal de içilen çaylardan farklıdır. Zaman, geçmiş, yaşanmışlıklar yatar için de. Çayın şekeri bunlardır, başka atmama gerek kalmaz. İleri de birinin de benim hikayelerimi merak etme ihtimalini göze alarak yazarım unutmamak için önemli sahneleri. Çünkü demlediğim çayın tatsız olmaması gerek.

    Hüviyetim kendi suallerim de. Zamansız değişen cevaplarım garabet içerir. Leylede mahmurluğum, elemi hissettirir beni merak edene.  Asıl hünerim mest olmuşken çıkar ortaya. Gerçi fazla yanaşmaya korkmalı insan, fevri hareketlerime anlam veremez yanaşan kişi, sebebi sonrasına açıklanır not defterimde belki. Koyudur perdem, küçük yer büyüktür benim için, kayıptır mesnet noktam, ağzını da açmaz dışardan bana bakan ben. Endişemdir mibzele, son seferimde giymiştim nasip olmadı çıkarmak. Bilen bir kişi gelirse değiştirir belki mibzelemi, üstüne de bıraktırır duhanı işreti.

   Gemiden iner arabaya binerim kimi zaman, kulaklarımda şarkılarla şehrin ışıklarına bakarım yüksek yollardan. Uyumamayı sadece şoförsem beceririm. Yolcuysam şoför güvendiğim biri, yolun sonunda beni uyandıracak olan kişi. Hızlı değil de yavaş gitmek tercihimdir, yolu es geçmek istemem iler de keşkelerle uğraşmamak için. Bu yolda çocuklaşırken büyür, büyürken çocuklaşırım. Deniz şifadır  bende ege efsanelerinde ki gibi. Yılandan korkmam çünkü yeniden doğuşu simgeler içinde insanın. Ben insanım, en gereksiz varlığım. Çok ses çıkartıp anlamını bozmak istemem dünyanın. Bu nedenle izleyiciyi oynarım. Yeteri kadar alacağamı alır doğduğum mahale çekilirim. Sonrasında neyin yetip yetmediğini düşünür, aslında buna benim yerime başkasının karar verdiğini anlar sinirlenirim. Uyurum. En sevdiğim yer olan rüyalarımda huzurluyum. Uyanırım. Tanrının kağıdında yazılıyım. Yaşarım. Yavaşça koşarım. Korkarım, bununla savaşırım. Severim, uçurtma tutarım. Konuşurum, birden yorulurum. Susarım. İçimden tartışırım. Tanışırım. Tanıdığımı sanırım. Uzaklaşırım. Şimdi olayı kavramaya başlarım. Dünyayı da ölünce anlayacağıma inanırım. Dışarıdan bakarak.  

  Aslında tek yaptığım düşünmek. Düşüneyim ki muvaffak olsun düşünmemeyi isteyişim.. Nitekim satranç tahtasının başındayım. Bazı şeyleri feda ederek oyunda kalırım. Şahım düşene kadar hayattayım.